Geçtiğimiz aylarda, tasarladığımız bir yazı serisi kapsamında “su” bir öğe ve bir kavram olarak Borusan Çağdaş Sanat Koleksiyonu ve Borusan Contemporary sergilerinde yer alan farklı sanatçıların eserleri özelinde ele alınmıştı.
DENİZ CAN
denizdcan@me.com
Öncelikle teamLab’in Su Parçacıklarının Evreni yapıtı, ardından Bill Viola’nın eserlerinde karşılaştığımız su ile teamLab eserlerindeki su arasındaki benzerlik ve farklılıkların ele alındığı serinin son parçası olan bu yazıda, Kanadalı fotoğraf sanatçısı Edward Burtynsky’nin Su Projesi’ne odaklanacağız. Daha önce fotoğraflarıyla tanınan Burtynsky’nin artırılmış gerçeklikle yarattığı bir eserini, küratörlüğünü Kathleen Forde’un üstlendiği Uvertür: Borusan Çağdaş Sanat Koleksiyonu’ndan Seçki adlı sergide deneyimleme şansına sahip olmuştuk. Ziyaretçilerin önüne yığdığı bir atık tepesiyle onları afallatan Burtynsky, İnsan Çağı’nın etkilerini manzaralar üzerinden göstermeyi sanat pratiğinde bir alışkanlık haline getirmiştir. Bu kendini neredeyse soyutlayan tavır ise çeşitli kısıtlamaların yanında akıl almaz sonuçların ortaya çıkmasına ve son derece kişisel bir etkinin yaratılmasına olanak sağlamaktadır. Büyük resmi görmek, çoğu zaman mikro ölçekte ve yakındaki olayları daha tarafsız bir şekilde değerlendirmeye imkan vermektedir. Sanatçının sergilediği bu tavır aynı zamanda korkutucu olanın ardındaki güzelliği de belirli bir mesafeden çekilmiş fotoğrafları aracılığıyla görmeyi mümkün kılmaktadır.
Fotoğraflarında insanın kendisini asla görmediğimiz sanatçı, insan müdahalesini ve müdahalenin sonuçlarını ise tarafsız fakat büyüleyici bir sakinlikte karşımıza çıkarmakta. Çevre duyarlılığı ve insanın gezegenle bitmeyen ilişkisinin sonuçlarına olan ilgisi Anthropocene [İnsan Çağı], Tuzla, Petrol ve Maden projelerinden anlaşılabilen sanatçının fotoğraflarında kimi zaman mikroskobik bir canlıyı, kimi zaman bir Rorschach testinden fırlamış lekeyi, bir ağacı, renk alanı resimlerini ya da soyut bir imgeyi görmek mümkün. Sanatçı metninde Burtynsky, insanlığın ihtiyaçları giderek artan ve oldukça susamış bir medeniyet olarak kendi ihtiyaçlarını karşılamak uğruna Dünya’yı muazzam ölçüde yeniden şekillendirdiğinden söz etmekte. Gezegen üzerindeki bu yeni ve güçlü rol ile aynı zamanda kendi sonumuzun mimarı olma kapasitemizin varlığına dikkat çeken Burtynsky, eylemlerimiz sırasında yaptıklarımızın uzun vadeli sonuçlarını düşünmeyi öğrenmemiz gerektiğinden yine bu metinde bahsetmekte. İnsan nüfusu arttıkça bu “susamış” türün ihtiyaçları da beraberinde artmakta. Kimi zaman sadece susuzluğunu dindirmek, kimi zamansa tarım alanları oluşturmak, nehirleri ıslah etmek, barajlar kurmak için doğaya müdahale eden insan türü, bu davranışlarının sonuçlarını ne yazık ki toplu halde ve anında görememekte. Daha doğrusu, sanat belki de insanlığın doğaya ve gezegenin kaynaklarına müdahalesini toplu halde ve büyük bir etkiyle görebildiğimiz nadir alanlardan biri haline gelmiş durumda. İster petrol olsun, ister su, kullandığımız kaynakları yerine koyamadığımız ve giderek geri dönülmez bir şekilde gezegene zarar verdiğimiz artık bilinen bir durum. Bir yandan insanın dinmeyen bir şevkle gezegeni kendi amaçlarına uygun şekilde kullanma çabasından bahsederken, bu çabadan tüm insanlığın eşit oranda faydalanmadığını da hatırlamak kaçınılmaz.
2016 yılında küratörler Beatriz Colomina ve Mark Wigley’in “Biz İnsan Mıyız?” sorusunu sordukları 3. İstanbul Tasarım Bienali’nde, Mark Wasiuta (Kanada) ve Adam Bandler (ABD) “Bilgi Serpintisi: Buckminster Fuller’ın Dünya Oyunu” adlı yapıtlarıyla dünyanın en önemli düşünürlerinden Buckminster Fuller’ı tekrar gündeme taşımışlardı. Edward Burtynsky’nin Su Projesi’ni ilk gördüğümde çok da şaşırtıcı olmayacak bir şekilde bienaldeki bu çalışma ve ardından 1960’larda “Dünya Oyunu” olarak adlandırdığı ve dünyanın problemlerine yanıt aradığı bilimsel tasarımıyla Buckminster Fuller gelmişti aklıma. Çağrışımın nereden geldiğini açıklamak ise yine Fuller’ın “oyunu” üzerinden mümkün olabilir. Mark Wasiuta oyuna dair şunları söylemiştir: “Dünya Oyunu’nun tüm farklı dışavurumları boyunca odak noktası, enerji kıtlığının aşılması ve dünya kaynaklarının yeniden dağıtımı yoluyla alışılagelmiş bölgesel politikaların değiştirilmesi hedefleri oldu. Fuller, bir oyundan çok, gezegene dair bir tasarım süreci olan Dünya Oyunu’nun nihayetinde alternatif bir insanı, yani Dünya İnsanı’nı yaratacağına da inanıyordu. Bu yeni insan tipi, küresel kaynakları yeniden tahsis ederek kazanan oyun senaryolarının bir meyvesi olacaktır… Dünya İnsanı bilgiden oluşan bir gıda rejimiyle beslenecektir.” Bilgiyi dünyanın kaynaklarından biri olarak gören bu anlayış, gezegene dair bilgilerin değerlendirilmesiyle bugünkünden çok daha farklı/adil bir paylaşımın da kapılarını aralamakta. Ne var ki, 1960lardan bu yana gezegenin kaderini belirleyen hükümetler ve dev şirketlerden pek azı, kaynakların adil kullanımı üzerine adımlar atmakta.
Edward Burtynsky’nin Su Projesi, Fuller’ın Dünya Oyunu’nun erişime açmayı hedeflediği şekilde dünyanın su kaynakları üzerine bir görsel envanter olarak da değerlendirilebilir. Bu görsel envanter sanki farklı coğrafyalar üzerinde gezen bulutların gözünden kaybolup beliren ülke sınırları ve coğrafi değişimler arasında insan müdahalesinin izlerini sürmekte. Dokunduğunu altına çeviren Midas gibi, dokunduğunu kuruttuğu, kontrol altına aldığı, değiştirdiği, kirlettiği ve erittiği farklı su kütleleri üzerinden insan türü üzerine çıkarımlarda bulunmak da olası. Burtynsky’nin fotoğrafları hem kullandığı mecranın etkisiyle –yani fotoğrafın gerçeği belgeleme gücüyle—doğayı idealize ya da manipüle etmiyor, hem de izleyiciyi konumlandırdığı nokta açısından varoluşsal sorular sormasına olanak sağlıyor. Bill Viola’nın eserlerinde kimi zaman kapsayıcı kimi zaman tahripkar olan su, Edward Burtynsky’nin eserlerinde bu sefer insanın emrinde edilgen konumda. TeamLab’in dijital üretimlerinde yaşayan bir varlık olarak ele alınan su, Burtynsky’nin fotoğraflarında insanlığın elinde can çekişmekte.
Yaklaşık 80 yıl önce gezegeni, kaynaklarını sömürmeden ve insan türü için tamamen adil bir şekilde, paylaşmayı öneren Fuller’ın vizyonu bugün belki de hiç olmadığı kadar popüler. Dünya üzerinde an itibariyle 7,794,798,739 kişinin yaşadığı ve bu nüfusun %1.08’lik oranı yani 83,989,689 kişi Türkiye sınırları içerisinde bulunduğu iddia edilmekte. Türkiye gibi birçok ülkede sadece insan kullanımının haricinde, iklim değişimine bağlı kuraklıklar sebebiyle temiz suya erişim gün geçtikçe daha da tehdit altına girmekte. Tehdit altındaki türler arasında kendimizi bulduğumuz bir çağda, Burtynsky’nin fotoğrafları doğaya karşı daha saygılı olmamız gerektiğini düşündürüyor.
KAYNAKLAR
3. İstanbul Tasarım Bienali. (2016.). http://bizinsanmiyiz.iksv.org/sergi/bilgi-serpintisi-buckminster-fullerin-dünya-oyunu/ Websitesinden 16 Şubat 2020 tarihinde alınmıştır.
Photographs: Water. (n.d.). https://www.edwardburtynsky.com/projects/photographs/water Websitesinden 16 Şubat 2020 tarihinde alınmıştır.
Turkey Population (LIVE). (n.d.). https://www.worldometers.info/world-population/turkey-population/ Websitesinden 12 Şubat 2020 tarihinde alınmıştır.
YAZAR HAKKINDA
Deniz Can
İzmir’de 2011 yılında program koordinatörlüğünü üstlendiği KKSM ile sanat sektörüne dahil olan Deniz Can, burada yerel yönetimler, kültür kurumları ve üniversitelerin desteğiyle aylık çıkardığı rotalar üzerindeki sergilerin anlatım eşliğinde gezildiği ilk Sanat Rotası etkinliklerini gerçekleştirdi. Etkinlik serisi, bugün kurucu ortağı olduğu deneyimsel sanat girişiminin tohumlarını attı. Sanat ve izleyici deneyimi odaklı çalışmalarını İstanbul, İzmir ve yurt dışında sürdüren Can, İzmir’de kuruma bağlı edindiği küratörlük tecrübesini bağımsız olarak sürdürmek üzere İstanbul’a yerleşti. Özel İzmir Amerikan Koleji, Koç Üniversitesi Ekonomi Bölümü ve İstanbul Bilgi Üniversitesi Kültür Yönetimi Yüksek Lisans eğitimini tamamlayan Can, akademik yazım alışkanlığını profesyonel olarak sürdürmektedir.