Naz Cuguoğlu, sanatçı John Gerrard ile Borusan Contemporary'nin siparişi üzerine ürettiği Endling (Martha) adlı işini ve son dönem projelerini konuştu.
NAZ CUGUOĞLU
nazcuguoglu@gmail.com
John Gerrard’ın Endling (Martha) adlı projesinin sunum metninde, Samuel Butler’ın Erewhon (1872) başlıklı kitabından, makinalarla gündeme gelen bilinç meselesine ve bu mesele ile insanların hayvanlara yaklaşımları arasındaki benzerliklere değinen bir alıntı yer alıyor. Bizler insan olmayan müttefiklerimizi yüzyıllardır evcilleştire, sömüre ve tüketeduralım, Gerrard Martha’yı “fotoğraf, tarih ve ekolojiyle diyalog halinde bir data nesne, bir hibrit form” olarak tanımlıyor. Tarihin öznel, kurmaca, insan ürünü olduğunu, fotoğrafın da (özne ve nesne arasında bir yapı kurması dolayısıyla) güç hiyerarşilerine duyarlı özünü akılda tutarak, Gerrard’a ekolojinin de eklemlendiği bu ilişkiler üçgenine nasıl yaklaştığını, bu duyumsuzlaşılan anlatıları nasıl sorguladığını, tepetaklak ettiğini ve kendi incinebilirliğini saf dışı bırakmadan bu bağlamdan nasıl yeni bir anlatı üretebildiğini anlamak için sorularımı sordum.
8 ilâ 10 milyar nüfusa sahip Amerikan göçmen güvercin türünün son örneği olan ve 1914’te ölen Martha’nın öyküsüne ilginiz nasıl doğdu?
Güzel soru! Sanıyorum ilgim Martha adlı bu kuşun tarihi bir resmini internette görmemle başladı. Fakat beni bu işi yapmaya esas iten “türünün son örneği” anlamına gelen “endling” sözcüğüydü. Bu sözcüğün daha geniş çapta bilinmesi gerektiğini hissettim. Bir bu, bir de nedense resimlerdeki derin bir keder duygusu... Tam şudur diyemiyorum; muhtemelen kendimce bir yansıtma bu yaptığım ama Martha’nın tarihi resimlerinin tümünde var olan belirgin bir yalnızlık durumuydu ilgimi çeken.
John Gerrard, Endling (Martha), 2020.
Kuşun tarihi fotoğraflarına dayanan bir simülasyon söz konusu. Bu işin oluşum süreçlerinden biraz bahseder misiniz, bu “tarih-aşırı” kolajı nasıl ürettiniz?
Süreç hem Martha’nın hem de içinde yaşadığı kafesin internetten ve tarihi kaynaklardan olabildiğince çok resmini toplamakla başladı. Bu resimler bir üretim metodolojisine aktarıldı ve zaman içerisinde kafesi ve kuşu sanal modeller olarak yeniden yaratan modellemecilere gönderildi. Bu oldukça iş birliğine dayalı bir süreç olduğundan, yapılan modeller işi doğru bir zemine oturtuncaya kadar kendi aramızda çok gelip gitti. Ayrıca kuşu koleksiyonunda muhafaza eden Smithsonian’la da çalışarak, Martha’nın doldurulmuş bedeninin üç boyutlu bir taramasını aldık; bu sayede kuşun sırtındaki tüylerin kendine has lekeleri tespit edilebildi ve bunlar da işin final versiyonundaki kuş portresine entegre edildi. Nihayetinde tüm model bir oyun programının içine yerleştirilerek programlandı ki kafesin üzerindeki ışık Cincinnati saatine göre değişsin.
Martha’nın tekinsiz bakışını izleyiciye doğrulttuğu bir göz koreografisinden de bahsetmek mümkün. Bu anın ne kadarını siz hayal ettiniz, ne kadarı tarihsel fotoğraflara dayanıyor? Bu iş Antroposen’den (insan merkezli bakış açısı) ziyade Haraway’in chtulucene kavramı üzerine düşünmek için bir çağrı aynı zamanda; insan olmayan müttefiklerimizle bir arada nasıl olabiliriz diye düşündürüyor ve akla Staying with the Trouble kitabını getiriyor. Serbestçe salınan, heykelsi bir ekranın üzerinde göz hizasında konumlanan ve gerçek boyutlara sahip bir kuş imgesiyle iş, izleyiciyi empati kurmaya davet ediyor. Bu kararlarınızdan biraz bahseder misiniz?
Araştırmalarım esnasında, göçmen güvercinlerin elimizde bulunan, hatta Martha’nın da göründüğü tahmin edilen fotoğraflarında kameraya daima “temkinli” baktıklarını fark ettim. Sanıyorum kuşlar fotoğrafçının alanlarını ihlâl etmesinden ve kamerasından tedirgin olmuşlar. Bu gözlem, Martha’nın gözünü insanlardan hiç ayırmadığı işin ana söylemi olmaya doğru evrildi ve devamında şu soruyu sorar hale geldi: “Ben bir türün sonuncusuyum, sen kimsin?” İşin modelleme kısmında kuşun gözünü gerçekçi, üç boyutlu olarak ürettik; bu sayede, sanal kameranın görüntüye girmesi halinde, kuşun gözündeki irisin küçülüp büyümesi sağlandı. Kuş bu kameraya bakıyor, ona odaklanıyor ve bu sanal bir işe tuhaf, tekinsiz bir duygu katıyor. Biz bu unsura irisin koreografisi dedik. Haraway’e gelince – Staying with the Trouble ile bağlaman çok zenginleştirici ve ilginç, teşekkür ederim – işin, yitirilmiş bir varlığı anımsatmak ve canlandırmak yoluyla izleyenleri etkilemeye teşebbüs ettiği, nihai bir amaçla değilse de ne yapmak gerektiğini sezdirmek anlamında, son derece dolaysız ve gözü pek bir tavırla “sana hitap ettiği” konusunda hemfikirim. Dünyanın karşı karşıya olduğu, türlerinin bu son örneği canlıların geçidini nasıl yavaşlatırız; kaldı ki acaba biz ne zaman bakışımızı dünyaya türümüzün sonuncusu olarak çevirmek durumunda kalacağız? Nihayetinde bu iş – şamanik demeye kadar götürebileceğim – bir insan ve kuş hibriti sunuyor. İnsan çünkü simülasyon insan elinden çıkma, diğer yandan da kuş çünkü kaynağını Martha’nın portresinden alıyor. Onu gerçeğine mümkün en yakın ebatlarda yerleştiriyor, işin insan ve hayvan arasındaki bu hibrit, muğlak uzamda akıp var olmasına imkan sağlıyoruz.
John Gerrard, Endling (Martha), 2020.
Bu imgeyi tarihi bir fotoğraftan hareketle üretmeniz, bana Haraway’in “spekülatif fabülasyon” kavramını da çok düşündürdü. Yok olmanın eşiğinde alternatif bir dünya kurmayı hayal etmede spekülatif kurgunun rolü ne?
Haraway’in çalışmaları konusunda çok derin bilgi sahibi değilim, onun için doğrudan spekülatif fabülasyon bağlantısına dair bir yanıt veremiyorum. Fakat spekülatif gerçekçilik hareketi üzerine ilk sergilerinden biri olan ve 2010 yılında Tate Britain’da, Robin MacKay’in küratörlüğünde düzenlenen The Real Thing kapsamında Lufkin adlı işimin gösterilmiş olması ilginç. Sergi, felsefi bir paradigma olarak beliren spekülatif gerçekçiliği ve onun güncel sanat pratikleri üzerindeki etkisini inceliyordu. 1 Bu anlamda benim simülasyon işlerimi spekülatif gerçekçiliğin yeni ortaya çıkan tarihçesiyle bağlayan bir arka plan mevcut; işlerime dumandan bir bayrak gibi (bakınız Western Flag) hayali sahneler eklemek için giderek daha çok sanal sahne kullanmaya yer verdiğim düşünülürse, spekülatif kurguyla da bağdaştırılabilir sanırım.
Yakın tarihli işlerinizde koreografi ve performansa ilişkin genişletilmiş bir alanı araştırıyorsunuz ve söz konusu iş de bu araştırmaları gerek Martha’nın gerekse izleyicinin bakış açısından bakılacak olursa tekrar gündeme getiriyor. Peki kurduğunuz bu sanal dünyada tükenmişlik nasıl bir rol oynuyor?
Bu çok ilginç bir gözlem ve soru; buna cevaben uzun zamandır güçle ve dolayısıyla enerjiyle ilişkili konulara duyduğum meraka dikkat çekmek isterim. Benim simülasyonlarım var olmak için yürütülebilmeyi, bu yürütme işi için de elektrik gücünü gerektiriyorlar. Yani bu sahneler pek çok anlamda enerjiye dayalı sahneler. Buna Amerika Birleşik Devletleri’nin doğu kıyısındaki Boston, New York, Philadelphia gibi büyük şehirlerin inşa edilmesi için göçmen güvercinlerin, insan yakıtı olmak üzere yem edilmesini ekleyin. Bu artık epey unutulmuş bir şey ama, özellikle 18. ve 19. yüzyıllarda bu şehirlerin kurulmasında çalışan işçilerin beslenmesi için fıçılar dolusu milyonlarca güvercin ormanlık bölgelerden gönderilmişti. Kuşların bu köklü ve kitlesel biçimde yem edilişi, ayrıca doğu kıyısındaki ormanlık arazilerin yok edilmesi sonucu besin yoksunu hale gelmeleri, nüfuslarının yıkımına ve nihayetinde yok olmasına yol açan şey oldu. Yani bir şekilde ABD’nin doğu kıyısındaki şehirlerin müthiş modernitesi, bu engin yaşam formunun – 1800’lerin başında 10 milyara yaklaşan bireyiyle dünyanın o dönem en kalabalık kuş cinsi olan göçmen güvercinlerin – tüketilmesinden doğdu. Animasyon sözcüğünün kökenine baktığımızda, Latincede ruh veya tin anlamına gelen anim kelimesini buluyoruz. Ben o muazzam modern kentlerin, bu engin, yitirilmiş, yerli kuş nüfusunun anim’inden veya ruhundan ortaya çıkmış olmasından çok etkileniyor, bundan büyüleniyorum ve bu öykülerin anlatılması, hatırlanması gerektiğini düşünüyorum.
Güvercinler İstanbul’daki yaşantının önemli bir parçası. Bu iş üzerinde çalışırken İstanbul’u ziyaret edebildiniz mi, Borusan Contemporary’nin Boğaz’ın kıyısındaki konumu sizi nasıl esinlendirdi?
Borusan Contemporary bu işin siparişini veren kurum ve bu yüzden onlara çok müteşekkirim. Aslına bakarsanız bu iş dünyanın geneline dair münferit bir yanıt, daha özelde ise tüm vahşet ve temaşasıyla ABD’nin “yeni dünya”sının ortaya çıkışıyla ilgili. Bu bağlamda İstanbul’a dair pek bir şey yok.
John Gerrard, Endling (Martha), 2020.
Bu günlerde ne üzerinde çalışıyorsunuz? Yakın zamanda toprak restorasyonuna odaklanan acil durum Ethereum kripto fonunuzun lansmanıyla eş zamanlı olarak bir NFT sundunuz. Bu yeni teknolojiye ilginiz ve NFT’nin ekolojik dünya için oluşturduğu riskler ya da hazırlıklı olunması gereken olası durumlar hakkında neler söylersiniz?
Haziran 2022’de New York’taki Pace’de açılacak olan ilk sergim üzerinde çalışıyorum; burada üç yeni iş sergiliyor olacağım: ısınan okyanus için bir alarm olan Flare, seyir halindeki arabaların tüketimiyle performe edilen bir bayrağın yer aldığı bir diğer yeni iş olan Stream, ve son olarak Endling. NFT yapısının ortaya çıkmasına imkan tanıdığı dijital yaratıcılıkların niceliği ve hızı karşısında olağanüstü şaşkınım. Açıkçası yıllardır güncel sanat dünyasında, galeri sergileri, müze sergileri, bienaller, sanat fuarları gibi etkinliklere bakıyor ve şunu soruyordum: modernlik bunların neresinde? Tüm bu muhteşem resim ve daha çok resim, tekstil, seramik vesaire koleksiyonlarında – hepsi çok ilginç olmakla beraber – güncel dijital koşullar neredeler? Eksikler, hem de çok eksikler. NFT mekânları bunu ışık hızıyla değiştiriyor, dijital ve algoritmik yaratıcılara hem bir çıktı alanı hem de yaratıcılıkları için bir dağılım modeli sağlıyor. Ben bu yeniliği inanılmaz kutluyorum. Ekoloji anlamında mevcut Ethereum blockchain de enerji kullanımı açısından yoğun bir sistem. Bu yüzden 2020 Mart’ında piyasaya sürdüğüm ve yakın zamanda Los Angeles County Museum of Art’a bağışlanan Western Flag (NFT) haricinde bu zincir üzerinde bir başka iş çıkarmadım. Tezos gibi düşük enerji zincirlerindeki NFT satışlarıyla fonlanan, üretimi devam eden bir iş olan regenerate.farm adlı fonum daha henüz tamamlanmadı. Gelecek yaz New York Pace’deki sergimden sonra yeniden haberleşelim; belki o zaman yeni haberlerim olabilir.
Teşekkürler.
JG
YAZAR HAKKINDA
Naz Cuguoğlu, San Francisco’da yaşamakta ve çalışmakta olan küratör ve sanat yazarıdır. Kolektif düşünme ve üretme yöntemleri üzerine odaklanan Collective Çukurcuma küratöryel kolektifinin kurucularındandır. KADIST, The Wattis Institute, de Young Museum, SFMOMA, Joan Mitchell Foundation, Zilberman Gallery, Maumau, ve Mixer gibi kurumlarda farklı pozisyonlarda görev almıştır. Yazıları SFMOMA Open Space, Art Asia Pacific, Hyperallergic, Borusan Contemporary blog, ve M-est.org gibi mecralarda yayınlanmıştır. Küratörlüğünü üstlendiği sergiler The Wattis Institute, D21 Kunstraum Leipzig, Red Bull Art Around Arnavutköy, 15. İstanbul Bienali’nin kamusal programı, Framer Framed (Amsterdam) ve 5533’ün de aralarında bulunduğu farklı mekanlarda gerçekleşmiştir. Lisans eğitimini Koç Üniversitesi Psikoloji bölümünde tamamladıktan sonra, yüksek lisansını aynı üniversitenin Sosyal Psikoloji departmanında ve California College of Arts’ın Küratöryel Pratik bölümünde tamamlamıştır. Eş-editörlüğünü üstlendiği kataloglar arasında İskenderiye’den Sonra Tufan (2015), Between Places (2016), ve The Word for World is Forest (2020) bulunmaktadır.