Blog

Muğlaklığın Sanattaki Tezahürü:
Jim Campbell’ın Seal Rock’ı

25 Aralık 2020 Cum

Borusan Contemporary Blog için hazırladığım Manzara Resminin Dönüşümü başlıklı yazı dizisi, Borusan Çağdaş Sanat Koleksiyonu’nda yer alan işlerden yola çıkıyor.

Farklı disiplinlerle ve medyumlarla çalışan sanatçıların, manzara (resmi) ile yakınlaşan işleri, sanat tarihinde görülen çeşitli yapıtlarla ve metinlerle kurulan ilişkisellik dahilinde incelenir. Buradaki temel motivasyon, kullanılan araçların ve yöntemlerin değişmesine ve çeşitlenmesine rağmen, sanata ve doğaya bakıştaki temel arzunun bakî kalmasından ve bunun metin düzeyinde tartışmaya açma istenciden ileri gelir. Yazı dizisinde üzerinde duracağım ilk sanatçı Jim Campbell ve onun 2010 tarihli Seal Rock işidir.

“…Mekânı, amaçlanan kesinlik açısından tamamen yeterli olan ve akort edilebilen tuşlu bir müzik aletine dönüştürerek çözüyordu sorunu.” 1
—Pavel Floranski

Manzara, daima sanatın bir konusu olagelmiştir. Erken dönemlere bakıldığında, manzaranın konu hiyerarşisi anlamında -özellikle belli bir döneme kadar- alt sıraları işgal ettiği görülebilir. Manzaranın resim yüzeyindeki varlığı, işlenen temanın tamamlayıcısı pozisyonunda; ikincil ve hatta üçüncül bir rol üstlenmesi için vardır. Bu durum genellikle manzaranın esas konunun gerisine itilerek, ana konunun dışında bir fon işlevi için kullanmasına dayanır. Ana konuyu tamamlamak, resimde derinlik yaratmak, yani perspektif kaygılar için başvuralan manzara, bu türden araçsallaştırılmış statüsünden kurtulmasını görmek için 19. yüzyıla kadar beklememiz gerekmektedir. Manzara tarihte ilk defa -özellikle de Alman Romantikleri’yle 2 - kendi başına resmin başlıca konusu haline gelebileceğini kanıtlar. Sanatçı, doğayı resim düzleminin merkezine yerleştirerek manzaraya hakettiği özgürlüğü tanır. Sanatın konusunun bizatihi sanat olması gibi, manzaranın konusu da yalnızca manzara olur. Kendi kendinin konusu olan manzara resmi, böylelikle ontolojik bağımsızlığını da ilan eder.

Jim Campbell, Seal Rock, 2010.
112 x 84 cm.
1728 LED, özel üretim elektronik düzenek, işlenmiş pleksi.

Geçen onca zamana rağmen manzaraya ve doğaya bakıştaki benzer kaygılar devam eder, fakat yöntemsel olarak kullanılan ifade araçları değişir ve gelişir. Kuşkusuz bunda anlatılmak istenenin geleneksel modellere sığmaması, içeriğin biçimi aşması gibi konular etkilidir. Jim Campbell’ın Seal Rock işini de ifade araçlarının değişimi bağlamında okumak pekâlâ mümkündür.

Jim Campbell, film yapımıyla başlayan sanat kariyerine elektronik sanat diyebileceğimiz bir alanda devam eder. 1990’lar itibariyle yaygın olarak görülen işlerinde teknolojiyi sanata nasıl eklemlediğini görürüz. Teknoloji, Campbell’da anlatım dilini çeşitlendirmenin ve özellikle de sanatçının sanatını belirleyen ışık, led, hafıza, illüzyon ve muğlaklık (ambiguous) gibi şeyleri izleyiciye sunmanın bir yöntemi olarak kullanılır.

Campbell’in çalışmalarında özellikle üzerinde durduğu nokta, ışık ve düşük çözünürlüklü (low-res) işlerin izleyici üzerinde yarattığı etkidir. Sanatçı düşük çözünürlüklü işler üreterek sanatta tam bir muğlaklığı arar. Muğlaklığın altında yatan dinamik, şüphesiz, izleyiciyle iş arasında interaktif bir yapı kurgulama ve izleyicinin edilgen konumunu kırarak, izleyiciyi iş üzerinde etkin bir role sevk etme arzusudur. Tabii ki, düşük çözünürlüklü görüntülerin manipülasyona açık olması da bir başka etkendir. 3

Campbell’ın Seal Rock işi de benzer kaygıların manzara resmine yansıyan tezahürü olarak okunabilir. Seal Rock, yani Türkçeye Fok Kayalığı olarak çevirebileceğimiz işin konusu, adını da aldığı Amerika’nın Oregon ve California (San Francisco) eyaletlerindeki devasa boyutlardaki kayalar topluluğundan ilham alır. Vaktiyle çok sayıda fok ve deniz aslanının da yaşadığı bölgenin kıyı şeridinde bulunan büyük kayalıkların San Francisco merkezli sanatçı üzerinde etkili olduğu aşikâr. Ancak burada üzerinde durulması gereken can alıcı mesele, Campbell’ın gördüğü doğa manzarası karşısındaki dönüştürücü dokunuşudur. Sanatçı bölgeye özgü doğa manzarasını yeni bir kurgusallık ve perspektif dahilinde; mutlak bir muğlaklığı verecek şekilde tasarlar. Kuşkusuz bunu yaparken izleyicinin de dikkatini çekecek ilk jesti, kıyı şeridini espasın dışında bırakarak; deniz, kaya ve gökyüzü üçlüsünü merkeze yakınlaştırarak gerçekleştirir. Dikkat çeken ikinci dokunuş, sis bulutunu andıran, ancak bölgenin yoğun rüzgar alan ve dalgalı yapısı dikkate alındığında suyun üzerindeki köpükler olabileceğini de anımsatan sis/köpük çemberiyle kuşatılan kayalıklarla sağlanır. Tüm bunlara eşlik eden tekniğin olanaklarıyla tesis edilmiş düşük çözünürlüklü görüntüyse, yarattığı muğlaklık ve belirsizlik haliyle, görüneni yoruma açık hale getirir.

Tüm bu göstergeler ışığında, bundan yaklaşık 250-300 yıl evvel, farklı sosyo-ekonomik, toplumsal ve siyasi koşullara rağmen, insan-doğa geriliminde yaşanan krizin aynı muğlaklığı içerdiği görülür. Muğlaklığın, sanatı belirleyen bir unsur olarak kabul görmesinde Edmund Burke ve Immanuel Kant gibi düşünürlerin payı azımsanamaz. 4 Söz konusu düşünürler, “güzel”in (beauty) karşısına “yüce” (sublime) beğeni yargısını koyarak yeni bir estetik kategorinin sınırlarını çizer. Yüce beğeni yazarlara göre farklılaşan tanımlamalar içerse de, bu tanımlamalar temelde ortak bir paydada birleşir; bu da tartışılmaz bir şekilde yüce beğenin güzel beğeniye karşı çok daha üstün bir estetik yargı türü olduğudur. En nihayetinde, bir sanat eserinin yüce bağlamda güzel oluşu, izleyicisine korkunç ve dehşet içeren duygular uyandırabilmesine bağlıdır. Edmund Burke, Yüce’nin zihnin hissedebileceği en güçlü duyguyu açığa çıkardığına; acıyla ilgili olan kavramların, hazla ilgili olanlardan daha güçlü olduğuna inanır. 5 O yüzdendir ki, boyutları bakımından azametli dağlar, kalyonlar, Alpler, çığlar, fırtınalı denizler yücenin nesneleri ya da yüce şeyler olarak addedilir.
 
Tam da bu noktada Jim Campbell’in Seal Rock işinde yansıtmayı amaçladığı muğlaklıkla Caspar David Friedrich’in Morning Mist in Mountains eserindeki belirsizlik arasında anolojik bir ilişki inşa etmek mümkün. 6 Tıpkı Seal Rock’ta olduğu gibi, Caspar David Friedrich de yüce beğeni yargısı bağlamında Morning Mist in Mountains resmindeki manzarasına benzer bir belirsizlik ifadesiyle yaklaşır. Seal Rock’ta görülen büyük kara yığınlarını sarmalayan sis/köpük ağı misali, Friedrich’in Morning Mist in Mountains’daki yoğun sis bulutu dağı boydan boya kuşatır. Benzer sis/köpük ağı her iki işte de ortak bir amaç için tezahür eder: görünen -üç boyutlu- gerçekliği ters yüz etmek. Friedrich bunu geleneksel yöntemlerle yaparken; Campbell, led ızgaralar vasıtasıyla pleksiglas yüzeye yansıttığı görüntünün daimi veri akışıyla sağlar; ki böylece stabil bir görüntüden hareketli bir yüzey çıkar(ır).

Friedrich’in amacı gördüğü dağı belli belirsiz bir hale getirerek bir tür bilinmezlik hissi oluşturmaktır. En nihayetinde tam olarak görülemeyen, kavranamayan bir gerçeklik algısı zihinde ister istemez merak duygusu uyandıracaktır. Her iki sanatçının da doğayı örtük bir şekilde vermesiyle hem izleyici nazarında hayal gücünü tetikleyen bir unsur kurgulanırken; hem de doğanın mimetik temsilinden kaçmanın bir yolu aralanır. Jim Campbell’ın işinin adını bilmeyen bir Californialı için gördüğü şey Seal Rock dışında her şeye göndermede bulunabilir. Campbell bu türden bir belirsizliği ortaya koyarken amacı izleyiciyi gördüğü şey karşında yoruma açık hale getirmektir. Görünenle söylenen arasındaki bağ koparılarak bir tür tanımlanamazlık  oluşturur. 7 Böylece izleyici nesnesine yabancı olduğu şey karşısında yorumlamaya sıfır noktasından başlayabilir.

Jim Campbell, doğanın ve mekânın ontolojisiyle oynar ve görüntüleri açık ve net bir şekilde vermeyi yeğlemez. Sanata yaklaşımı, şüphesiz ayrıntılarda değil, görünenin arkasındaki örtük hakikatinde saklıdır. Detayların kimi zaman yanıltıcı olabileceği düşünüldüğünde, Campbell’ın bütüne değil parçaya odaklanması gayet anlaşılır bir tercihtir. Böylece seyirciyi bir tür yorumlayıcı kılarken aynı zamanda da Robert Rosenblum’un ifadesiyle söylersek izleyiciyi sonsuzluğun sınırına yerleştirir. 8

 

1- Pavel Florenski, Tersten Perspektif, Çev. Yeşim Tükel, Metin Yayınları, 2017, İstanbul, s. 62

2- Manzaranın resmin ana konusu haline gelmesinde her ne kadar Caspar David Friedrich in büyük payı olsa da, İngiltere den William Turner ve John Constable’ı, Amerika da Thomas Cole un başını çektiği Hudson River School u, Fransa dan Barbizon School ve Almanya dan Düsseldorf School of Painting i aynı bütünsellik dalinde düşünmek gerekir.

3- 10 Aralık 2012 tarihli YouTube videosundan. https://www.youtube.com/watch?v=-JsLgypYqCM

4- Immanuel Kant Critique of the Power of Judgment (1790) adlı kitabının Analytic of the Sublime bölümünde yüce nesnelerin tanımını verir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Immanuel Kant, “Analytic of the Sublime”, Critique of the Power of Judgment, Çev. Paul Guyer, Eric Matthews, Cambridge University Press, New York, 2002, s. 128-160

5- Edmund Burke, Yüce ve Güzel Kavramlarımızın Kaynağı Hakkında Felsefi Bir Soruşturma, Çev. M. Barış Gümüşbaş, BilgeSu Yayıncılık, Ankara, s. 42

6- Burke, herhangi bir şeyi korkunç hale getirmek için belirsizliğin şart olduğu söyler. a.g.y., s. 75-76

7- Jean François Lyotard, the Sublime and the Avangard adlı makalesinde, Tanımlanamazlık ilkesine yüce resim bağlamında yaklaşır. Tanımlanamazlık ile birlikte sanat, artık dışsal herhangi bir şeye ihtiyaç duymaz. Ayrıntılı bilgi için bkz. Jean François Lyotard, “The Sublime and Avangarde”, The Sublime, Cambridge Press, 2010, London, s. 27-33

8- Robert Rosenblum, Modern Painting and The Northern Romantic Tradition: Friedrich to Rothko, Routledge, 1977, New York, s. 110

YAZAR HAKKINDA
Uras Kızıl
İstanbul merkezli sanat tarihçi, eleştirmen ve araştırmacıdır.
Kızıl, 2015 tarihinde Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nden dereceyle mezun oldu. 2014 yılında Erasmus programıyla Berlin Freie Universität’ta eğitim gördü. Dönüşünde 19. Yüzyıl Resminde Romantik Düşünce ve Romantizm adlı lisans tezini yazdı. 2018 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi Sanat Tarihi bölümünden Romantizm’in 20. Yüzyıl Sanatına Etkileri başlıklı teziyle mezun oldu. Yüksek lisans tezi İTÜ BAP tarafından desteklendi. Kızıl, İstanbul Teknik Üniversitesi’nde doktora çalışmalarına devam etmektedir.
2018-2020 tarihleri arasında Galeri Nev İstanbul’un arşiv sorumlusu olarak çalışan Kızıl’ın makaleleri 2015 tarihinden itibaren Sanat Dünyamız başta olmak üzere e-skop, Manifold, Argonotlar, K24 gibi süreli yayınlarda, sergi kataloglarında ve kitaplarda yayımlanmaktadır.
AICA üyesi olan Kızıl, Kültür Üniversitesi Sanat Yönetimi bölümünde ders vermektedir.

Sayfayı Paylaş