Blog

Sohbetler: Necmi Sönmez, 1. Bölüm

31 Ocak 2020 Cum

Dr. Necmi Sönmez en son Borusan Contemporary’de 8 Mart 2020’ye kadar açık olan Söylenir ve Yarım Kalır Bütün Aşklar Yeryüzünde II sergisinin küratörlüğünü yaptı. Borusan Çağdaş Sanat Koleksiyonu’yla çalışan Sönmez’le yapılmış bu kapsamlı söyleşiyi 2 bölüm olarak yayınlayacağız.

NAZ CUGUOĞLU
nazcuguoglu@gmail.com

Küratörün bir kurumun koleksiyonuna davet edilmesi çeşitli anlamlara gelebilir: Bir diyalog veya monolog, mevcut anlatıları yeni anlamlar ile tekrar tanımlamak ya da yeniden şekillendirmek için içlerini boşaltmak. Bu işbirlikleri, her iki tarafın da yatay düzlemde müttefikler olmasını, cömertliği gerektiriyor. Ancak bu şekilde kırılmış ilişkilerden oluşan dünyamızda bir alt-paylaşım müştereği mümkün oluyor..

Borusan Contemporary, son altı yıl içinde, bu olasılıkların doğması için giderek büyüyen yeni medya sanat koleksiyonuyla çalışmak üzere yedi küratörü bünyesine davet etti. Bu konuşma dizisi, her zaman dönüşmekte olan bir şehirde, mekâna özgülük ve zamansallıkla işaretlenmiş bu birleşme ve ilişkiler ağına verilen bir cevap niteliğinde.
– Naz Cuguoğlu

Naz Cuguoğlu: Borusan Contemporary koleksiyonuyla olan çalışmalarınızı 2011 senesinden beri sürdürüyorsunuz, süreç içerisinde yaklaşımınızda ne gibi değişimler oldu? Bu süreçte koleksiyona dair neler keşfettiniz? Borusan Contemporary’nin hafta içi aktif olarak kullanılan bir ofis, hafta sonu ise çok amaçlı bir çağdaş sanat mekanı olarak öne çıkan iki yönlü kimliği sizin küratöryel kararlarınızı nasıl etkiledi?

Necmi Sönmez: Ahmet Kocabıyık’la Borusan Contemporary’i kurmadan önce tanıştım. Kendisine 2008’de birkaç proje önerisinde bulunmuştum. Bunları gerçekleştiremedik ama diyaloğumuz hem İstanbul’da, hem de New York’ta düzenli olarak müze, galeri ve fuar ziyaretleriyle sürdü. Koleksiyonun oluşum süreçlerini yakından takip ettim. Ama Ahmet Bey tamamen kendi öngörüleri, beğenileri doğrultusunda ilerleyerek kişisel bir koleksiyonu adım adım oluşturdu. Bu sürece eşlik etmek benim için son derece heyecanlı, maceralı oldu. Çünkü hareketli imge olarak tanımlanan new media (yeni medya) onun ilgi alanında özel bir yere sahipti. Açık söylemem gerekirse bu konuda belli çekincelerim vardı. Ahmet Bey’le olan ortak çalışmamız bu çekinceleri aşmama yardımcı olduğu gibi daha önce bilmediğim konulara eğilmeme, hatta Çin Video Sanatı üzerine Çin’de üç aydan fazla çalışmama olanak verdi. Bu sırada koleksiyonun canlı bir organizma gibi yeni fikirler, yönelimler üzerinden yeni eğilimler geliştirdiğini gözlemledim. Dijital imgeye dayalı, deneysel çalışmalar onun özel ilgi alanını oluşturuyordu. Dolayısıyla tuval resminden fotoğrafa, videolardan mekana özgü yerleştirmelere doğru ilerleyen bir sürece tanıklık ederken, koleksiyonun organik bir şekilde gelişmesinin en önemli unsur olduğunu da kavradım.

NC: Gerek sergi metinlerinizde gerekse küratöryel kararlarınızda Borusan Contemporary’nin mimari yapısını ve şehirle olan ilişkisini önemsediğiniz ön plana çıkıyor. Bu kararlar Gaston Bachelard’ın Mekanın Poetikası kavramının bir yankısı niteliğinde. Seneler içindeki sergilerinizi düşünecek olursanız bu alanda öne çıkan bir deneyiminiz oldu mu?

NS: Bu doğru bir saptama. Sanat tarihi doktoram sırasında felsefenin benim için özel bir yeri oldu. Hem Almanya’da, hem de Fransa’da katıldığım seminerlerde Fenomonoloji çağdaş sanat okumalarında önemli bir çıkış noktası olarak değerlendiriliyordu. Bachelard, Foucault, Cioran, Eliade, Augé metinlerini çalışmak sanıyorum beni etkiledi. Bir de Fransa taşrasında, özellikle FRAC (Fondation Regional Art Contemporaine) için çalışırken Dunkerque’ten Besançon’a kadar doğayla yakın ilişki içinde olan sanat merkezlerinde bulundum. Burada geçirdiğim zaman sanata olan bakış açımı da etkiledi. 2010 yılında Ahmet Bey Perili Köşk’ü haftanın beş günü holding yönetim merkezi hafta sonu ise bir sergi alanı olarak değerlendireceğini bildirdiğinde mekanı görmeye gittim. Çocukluğumdan, gençliğimden beri merak ettiğim bu kırmızı tuğlalı binanın inanılmaz bir enerjisi vardı. Restorasyon işleri sırasında en üst kattaki küçük kulede epeyce zaman geçirdim. Oradaki muhteşem manzara, rüzgarlar, sessizlik beni etkiledi. 

NC: Sergilerinizde asansör boşluğu, merdivenler, asma kat gibi beyaz küpe alternatif alanları değerlendirmeye dair olan ilginiz öne çıkıyor. Bu kararlar güncel izleyici deneyimleri ve müzelerin geldiği konum hakkında ne tür olanaklar sunuyor?

NS: Borusan Contemporary’nin klasik bir müze olmaması farklı deneylere girebilmek için olağanüstü olanaklar tanıyor. Mekan statik değil, duvarlar, katlar, bölünmeler holdingin ihtiyaçlarına göre sürekli değişiyor. Bu nedenle sanat gösterilmesi beklenilmeyen ne kadar alan varsa onlara yönelmeye, oraları büyüteç altına alarak sanatçıların özel projeleriyle yeniden tanımlamaya çalıştım. Bir de önemli olan alan değil, fikir, düşünce, soyutlama gücüydü. Mimarinin pozitif-negatif ilişkisinde izleyici büyük, azametli alan beklentisindeyken, küçücük bir asansör boşluğunda farklı işleri göstermek, izleyiciye yeni bir kapı aralamak anlamına geliyordu. Özellikle çocukların ve gençlerin, benim non-lieux (çizgisel olmayan) alanlardaki çalışmalarıma ilgi göstermeleri onların yeni deneyimlere açık olduklarını ortaya çıkardı. O yüzden özellikle 2011-14 arasında Perili Köşk’ün her santimetresini kavramaya, nereyi, hangi çalışma için nasıl yeniden düzenleyebilirim diye özel bir çaba harcadığımı söylemeliyim.

Ellen Kooi, Nieuwe Meer-surfplank, 2018

NC: İlk senelerde düzenlediğiniz Spot On sergileri sanat tarihinden çalışmaları izleyicilerle buluşturmayı amaçlıyordu. Bu dönemde Ola Kolehmainen, Manfred Mohr, François Morellet ve Sol LeWitt gibi isimleri sergilediniz. Sanat tarih yazımının sübjektif bir alan olduğunu düşünecek olursak, siz nasıl bir anlatı kurgulayacağınıza ve kimlere ışık tutacağınıza nasıl karar verdiniz?

NC: Benim kurguladığım anlatı, Ahmet Bey’in oluşturduğu koleksiyonun temelini oluşturan sanatçıları büyüteç altına alarak izleyicilere detaylı olarak aktarmayı hedefliyordu. Burada söylemem gereken bir özellik var. Birçok eseri koleksiyona giriş yaptıktan sonra özgün olarak görebilmek için yerleştirmelerini yaptığımda, hep aklımda bunlar yan yana geldiğinde nasıl bir görüntü oluşturacaklar acaba sorusu vardı. O yüzden koleksiyonda 4-5 eserden fazlasıyla temsil edilen sanatçılara yönelik Spot On dizisini başladık. Hedefim sanatçıların eylem, dil birlikteliklerini ortaya çıkarabilecek olan bütünlükleri ortaya çıkarmaktı. Bu ortaya çıkışın formlarında, kimliğinde belli kurumsal çizgilerin algılanılması gerektiği için kavramsal bir çerçeve geliştirmek zorunluluktu. Perili Köşk gibi farklı katlar, zeminler, duvar yükseklikleri üzerine kurulu olan bir mimaride izleyicinin zorlanmadan takip edeceği bir sunum sistemini, koleksiyon sergilerini ikiye bölerek tasarladım. Birincisi katlara yayılan horizontal (yatay) bir sunum, ikinciyse sadece belli sanatçılar üzerine yoğunlaşan vertical (dikey) Spot On sergileri.

NC: Bengü Karaduman’ın çalışmalarının bu serinin devamı niteliğinde sergilenmesi alternatif bir sanat tarihi kurgulanması bakımından oldukça anlamlı bir karar. Bu kararınızdan ve kadın sanatçıların koleksiyon içerisindeki temsiliyetinden bahsedebilir misiniz?

NS: Bu soru Art Center İstanbul projesiyle de yakından ilgili. Ahmet Bey genç sanatçılara destek olmak amacıyla onlara Beyoğlu’nda atölye olarak kullanabilecekleri bir destekleme programı oluşturmuştu. Yabancı sanatçılar için İstanbul’da çalışabilecekleri atölye destek programları vardı ama Türkiye’den genç sanatçılar için kimse böyle bir olanak geliştirmemişti. Bu alandaki öncü bir tutumla 2008-2013 arasında etkinlik gösteren Art Center İstanbul, neredeyse elliye yakın genç sanatçıya üretim yapma ve her yıl ürettikleri eserleri sergileme olanağı tanımıştı. Borusan Contemporary’deki etkinliklere Art Center sanatçılarının da katılmalarını önemsediğim için, Spot On sergilerinin bir tanesini Bengü Karaduman gerçekleştirdi. Benim sanatçıların cinsiyetleriyle ilgim yok açıkcası. Kişisel olarak “işin kendisiyle” ilgileniyorum. Ama kadın sanatçıların yüzyıllardan beri yok sayılmalarını dayatan beyaz, cinsiyetçi, baskıcı bir sanat ortamıyla yüzleşmemiz gerektiği de ortada. Bu bağlamda Borusan Contemporary koleksiyonu, sadece Türkiye’de değil, ülkenin bulunduğu coğrafyada da “kadın sanatçıların” en yüksek oranlarda temsil edildiği ender kurumsal koleksiyonlardan birisidir. Brigitte Kowanz, Marina Zurkow, Ayşe Erkmen, Gülsün Karamustafa başta olmak üzere birçok kadın sanatçıya verilen özel siparişler koleksiyonun görünürlüğünde önemli bir olgunun altını çizmektedir.

NC: İlerleyen senelerde Leyla Erbil, Tezer Özlü, İlhan Berk, Tomris Uyar’ın kitaplarından yola çıkarak koleksiyon sergileri hazırlamaya yoğunlaştınız. Edebiyatla olan ilişkiniz nasıl başladı ve pratiğiniz açısından bu ilgi ne tür kapılar açtı?

NS: İlk gençliğimden beri tutkulu bir okuyucu oldum. Hatta 1985’te Boğaziçi Üniversitesi’nde Tomris Uyar’ın verdiği dersleri takip etme şansım oldu. O zaman iyi ve nitelikli okumanın nasıl zihin geliştirici bir uğraş olduğunu daha iyi kavradım. Kurguya dayalı yazın hem önümü açtı, hem de kendi yazılarım için bir beslenme alanı oluşturdu. Zamanla şiirin, düz yazının etkisiyle ilk baskı kitaplar toplamaya başladım. Hazırladığım sergilerde edebiyatın etkisi 1997 yılında Rotterdam’da açtığım bir sergide Walter Benjamin’le başladı. Şiirlerden, metinlerden alıntıların tüm çalışmalarımda belirginleşmesi 2000’lerden itibaren pek farkında olmadan kendiliğinden gelişti diyebilirim. Sevdiğim, yıllardan beri bıkmadan sıkılmadan okuduğum yaratıcıların çalışmalarını görsel sanat eserleriyle yan yana getirmem İstanbul’da 2005’te Paul Celan şiirlerinden yola çıktığımda yadırganmıştı. Ama Borusan Contemporary sergilerinde yaratıcı yazının temsilcilerinden yola çıkarak yerel duyarlılıklara açık bir metot geliştirmede ısrarcı oldum. Bu sayede koleksiyon sergileri hem farklı bir yorumlama parantezine girmiş oldu, hem de yazınla ilgilenenler etkinlikleri daha yakından takip etmeye başladılar. Özellikle ülkemizde Modern Şiir’in önemli temsilcilerinin bakış açılarıyla, imgesel yaklaşımlarıyla New Media Art (yeni medya sanatı) akımının uluslararası temsilcilerini bir araya getirmenin beklenilmeyecek yorumların kapılarını araladığını gördük. En önemlisi, edebiyatın daha anlaşılabilir olması, görselliğin de bundan pay almasına olanak sağladı.
 
NC: Bu sergilerde kitaplık ya da sesli kitap gibi farklı unsurların da sergi kurgulama sürecinin parçası olduğunu görüyoruz. İzleyicinin sergi sürecinde pasif değil aktif olarak yer alması yeni medya sanatıyla da yakından ilişkili. Bu ilişkiden bahsedebilir misiniz?

NS: Kişisel olarak izleyicinin aktifleştiğinde eserle daha yakın bir ilişkiye girip farklı boyutlara yöneldiğine birçok kere tanık olduktan sonra, bu tür yakınlaşmaları nasıl sağlayabilirim diye özellikle düşünmeye başladım. Yeni Medya Sanatı dijital olanaklar, yazılım programları ve internetle olan iletişimi nedeniyle zaten klasik sanat izleyicisinden daha farklı bir kitleye hitap ediyor. Teknolojik gelişmeleri daha yakından takip eden genç nesil, daha çocukluğundan itibaren ekranlarla yakından ilişki içinde. Bu yakınlık dijital algıyı da şekillendiriyor. Borusan Contemporary koleksiyonundaki birçok çalışma, Rafael Lozano Hammer, Angela Bulloch, teamLab başta olmak üzere interaktif katılımla çalışıyor, form alıyor. Bu sayede ortaya çıkan görselliği hareketli imge başlığı altında incelediğimizde, filmsel ifadenin türlü biçimleriyle karşılaşıyoruz. Bu hem klasik imgeselliği sorguluyor, hem de izleyiciye farklı bir estetik alımlama alanı açıyor. Dolayısıyla araştırmacı sanatçıların yeni teknolojik bulguları sanatsal üretim süreçlerine taşıyarak çok farklı deneyleri gündeme getirecekleri kesin. Kişisel olarak bunun yakın gelecekte daha da görünür olacağını düşünüyorum.

Söyleşinin ikinci bölümü için lütfen buraya tıklayın.

 

YAZAR HAKKINDA
Naz Cuguoğlu, San Francisco’da yaşamakta ve çalışmakta olan küratör ve sanat yazarıdır. Kolektif düşünme ve üretme yöntemleri üzerine odaklanan Collective Çukurcuma küratöryel kolektifinin kurucularındandır. KADIST, The Wattis Institute, de Young Museum, SFMOMA, Joan Mitchell Foundation, Zilberman Gallery, Maumau, ve Mixer gibi kurumlarda farklı pozisyonlarda görev almıştır. Yazıları SFMOMA Open Space, Art Asia Pacific, Hyperallergic, Borusan Contemporary blog, ve M-est.org gibi mecralarda yayınlanmıştır. Küratörlüğünü üstlendiği sergiler The Wattis Institute, D21 Kunstraum Leipzig, Red Bull Art Around Arnavutköy, 15. İstanbul Bienali’nin kamusal programı, Framer Framed (Amsterdam) ve 5533’ün de aralarında bulunduğu farklı mekanlarda gerçekleşmiştir. Lisans eğitimini Koç Üniversitesi Psikoloji bölümünde tamamladıktan sonra, yüksek lisansını aynı üniversitenin Sosyal Psikoloji departmanında ve California College of Arts’ın Küratöryel Pratik bölümünde tamamlamıştır. Eş-editörlüğünü üstlendiği kataloglar arasında İskenderiye’den Sonra Tufan (2015), Between Places (2016), ve The Word for World is Forest (2020) bulunmaktadır.

Sayfayı Paylaş