Blog

MAT COLLISHAW ile “Aritmi” Üzerine Bir Röportaj

23 Kasım 2023 Prş

Bala Gürcan Madra, Mat Collishaw ile “Aritmi” sergisindeki çalışmaları üzerine kapsamlı bir röportaj gerçekleştirdi.

Bala Gürcan Madra: Doğaya yönelik şiirsel bir bakış açısıyla sanat ve bilimi birleştiren sanatsal pratiğiniz, romantik bir dünya görüşünden besleniyor gibi görünüyor. Sizi insan varoluşunun en karanlık taraflarında bile güzelliği ortaya çıkarmaya iten şey nedir?

Mat Collishaw: Eserlerim çok çeşitli disiplinlerden yararlanma eğiliminde ve benim görevim de bir araya getirmeye çalıştığım fikirler için bu işleri tutarlı birer taşıyıcı haline getirmek. Eserlerimin düz anlamlı ya da tek boyutlu olmalarını istemiyorum; bu yüzden onları niyetlerin açık olmaktan ziyade örtük kaldığı bir seviyeye yükseltmem gerekiyor. Başlangıçta, izleyicilerin duyusal bir deneyim olarak fikirleri deneyimlemelerini, yarattığım tablolarla etkileşime geçmelerini istiyorum ve sonrasında düşündükleri şeyin ne olduğunu çözmeye çalışmak isteyip istemediklerini bulmayı onlara bırakıyorum. Güzellik bilinçli olarak amaçladığım bir şey değil, ancak onu bir etkileşim aracı olarak kullanan sanatçılardan, örneğin Caravaggio'nun resimlerinden ve William Blake'in şiirlerinden etkileniyorum. Bu sanatçıların her ikisi de insan deneyiminin karanlık tarafını yansıtıyor, ancak fikirlerini öyle bir ustalıkla işliyorlar ki onları rasyonel olarak yorumlamadan önce niyetlerini hissediyorsunuz. Diğer bir yandan güzellik, kimi zaman baş etmeye çalıştığım bayağı ve berbat konulara karşı bir zıt öğe olarak da işe yarayabiliyor; küçük bir çocuğun bir dal parçasıyla bir süsen çiçeğini ezdiği görüntü, aynı çocuğun ısırgan otuna vurduğu görüntüden daha acıklıdır.

Mat Collishaw, “Sonuna Dek”, 2023.

BM: Sanatınız çoğunlukla farklı sanat tarihi gelenekleri arasındaki etkileşimi araştırıyor; Viktorya dönemi estetiğini modern yeniliklerle ustaca birleştiriyor. “Aritmi” için tasarladığınız “Çınlayan Sirenler” adlı son zoetropunuz bu dinamiği somutlaştırıyor gibi görünüyor. İllüzyondan yararlanmak izleyicilerin mekanik ahtapot ve çevresindeki denizanası imgelerini algılayışlarını nasıl etkiliyor?

MC: Optik illüzyonları insan beynindeki bir kaçamak noktasını işlettikleri için eserlerimde kullanıyorum. Sihir ve optik illüzyonlar yanlış yönlendirme ve el çabukluğuna dayanır; evrimsel olarak bizlerde önceden programlanmış halde bulunan belirli eğilimlerin ve önyargıların etkilerini azaltırlar. Aslında dünyayı olduğu gibi görmeyiz. Evrim, hayatta kalmak ve üremek için görmemiz gerektiği kadarını görmemizi sağlayan bir arayüz tasarlamıştır. Örüntüleri araştırır ve çevremizde etkin bir şekilde yönümüzü bulmamızı sağlayacak şekilde dış uyaranları yorumlarız.

Bu durum da bizi sözünü ettiğim sınırlamaları anlayan ve örneğin siyasi propaganda ya da reklamcılık faaliyetleri için kullanan faillerin yanlış yönlendirmelerine açık hale getirir. Bir ürün ya da fikir hakkında belirli bir şekilde düşünmemizi ya da hissetmemizi sağlamak üzere tasarlanmış belirli araçlar devreye sokulabilir; özgür irademiz kimi zaman sandığımız kadar özgür olmayabilir. "Çınlayan Sirenler"de denizanalarını, daha bilinçli bir varlık olan ahtapot motifini çembere alan ve kuşatan, düşünce yoksunu, sürü benzeri bir organizmalar topluluğu olarak tasvir etmek istedim. Bu heykelin, düşüncesiz sürü davranışı ile daha saygıdeğer ve bilinçli bir zekâ arasındaki bu gerilimi somutlaştırmasını arzuladım. Ziyaretçiler, denizanası sürüsünün iniş çıkışlarıyla karşılaştıklarında, bunları hareketlerin akıcı biçimde canlandırılmış bir sekansı gibi görürler, ancak aslında gördükleri şey hızlı bir şekilde art arda sunulan bir dizi karedir ve bu kareler stroboskopik ışıklandırmayla senkronize oldukları için izleyenler kesintisiz bir animasyon gördüklerini zannederler. Böylece umarım ziyaretçiler de kendi algılarını ve ne kadar kolay kandırılabileceklerini sorgularlar. Denizanası sürüsünü ve bilinçli ahtapotu, içinde yönümüzü bulmaya çalıştığımız dünyadaki sorunları fark etme ve tanımlama gayretimiz için birer metafor olarak kullanmaya çalıştım.

BM: "Pandora" isimli karakalem çalışmanız yapay zekâ teknolojilerini kullanarak Dürer'in "Mahşerin Dört Atlısı"nı Ernst Haeckel'ın botanik çizimleriyle bütünleştiriyor. Bu çalışmada teknoloji bir auteur gibi mi, bir katalizör şeklinde mi ya da farklı zaman dilimleri arasında bağlantılar kuran bir araç olarak mı hareket ediyor?

MC: Bu görüntüleri oluşturmak için Dürer'in "Mahşerin Dört Atlısı" isimli gravürünü ve Ernst Haeckel'ın botanik çizimlerini yapay zekâya girilen komut metinleriyle beraber kaynak görüntü olarak kullandım. Ortaya çıkan görüntüler, Dürer'in orijinal gravürünün geometrisini ve ışığını bünyelerinde barından, mutasyona uğramış deniz organizmaları oldu. “Mahşerin Dört Atlısı” kolayca anlaşılır biçimde görünür olmasa da karmaşık organizmalar ağına nüfuz ediyor ve onların peşini bırakmıyor. Ekolojik dengeye yönelik tehdit kıyamet boyutlarına yaklaşıyor ama aynı zamanda yapay zekâ ile birleştiğinde yeni, zararlı ve yıkıcı virüsler ile biyolojik/kimyasal silahlar açısından önemli bir risk oluşturan sentetik biyoloji üzerine de düşünüyordum. Genetik kodu manipüle etmek için yapay zekâyı kullanma gücü halihazırda büyük bir endişe kaynağı ve gezegenin geleceği için benzeri görülmemiş bir tehdit oluşturuyor. Dürer'in aktif olduğu dönemde beş yüz yıl önce ortaya çıkan tehditler hala bizimle ve uluslararası diplomasideki gelişmelere, bilimsel ve tıbbi ilerlemelere rağmen savaş, kıtlık ve hastalıklarla ilgili eşi benzeri görülmedik zorluklarla karşı karşıyayız.

BM: Dijital teknolojilere doymuş bir dünyada, dijital sanat ve somut deneyimler arasındaki ilişki evrim geçiriyor. Sizin pratiğinizde ise bu iki boyut iç içe geçmiş gibi görünüyor. Çalışmalarınızdaki dijital ve fiziksel unsurlar arasında bulunan bağlantıları nasıl yorumluyorsunuz?

MC: Sanat eserlerini gerçek bir mekânda deneyimlemenin fiziksel boyutuna her zaman değer vermişimdir. Kutsal bir yolculuğun yankılarını taşıyan bir sanat galerisi ziyaretinin gerçekliğini taklit etmek imkânsızdır. Yarattığım sanat eserlerinin birçoğu dijital medyayı kullansa da onları fizikselliklerine uygun bir şekilde sunmaya çalışıyorum. Bu, bir video projeksiyonunun ölçeği ya da dijital bir ekrana eklediğim çerçeve olabilir. Bu deneyimin, bir eseri evinizde ekrandan izleyerek yaşayabileceğinizden daha fazlası olmasını istiyorum. Örneğin "Çınlayan Sirenler" isimli üç boyutlu zoetrop, birkaç çizim yaptıktan ve bazı hazırlık prototipleri oluşturduktan sonra dijital olarak tasarlandı. Dijital dosyalar daha sonra üç boyutlu olarak basıldı ve CNC kesimle tamamlandı. Bu bileşenler daha sonra animasyon yanılsamasını gösteren bir heykele monte edildi; akıllı telefonunuzda bir animasyon görüntülerken bunu yapmanız imkânsızdır. Zoetropta animasyonun sırasını oluşturan kareleri gerçekten görebilir ve animasyonun nasıl işlediğini anlayabilirsiniz; akıllı telefonlar ise insan gözüyle algılanamayan ve havada uçuşan görünmez elektronlarla çalışır. Bir sanat eserinin maddeselliği ile zihninizi götürdüğü yer arasındaki ilişki, sadece fiziksel bir galeri deneyimiyle gerçekleşebilecek çok özel bir niteliktir.

BM: "Fısıldayan Çalılar" ve "Hasekiküpesi"nde Albrecht Dürer'in doğadaki alelade unsurların güzelliğini kutlayan 17. yüzyıl doğa illüstrasyonlarını canlandırmak için teknolojiyi kullanıyorsunuz. İnsanlık ve doğal dünya arasındaki değişen ilişki göz önüne alındığında, çağdaş sanatta doğayı resmetmenin önemini nasıl değerlendiriyorsunuz?

MC: Tarihi konularla davranışlarımız veya kullandığımız teknolojiler gibi güncel temalar arasında bağlantılar bulmaya çalışıyorum. Dürer/Haeckel resimlerinde, biyolojik organizmalarla dijital teknolojilerin birbirlerine ne kadar benzediğini keşfetmek için yapay zekâ kullandım. Her ikisi de kodlara dayalıdır: Genetik kod dört bileşenliyken dijital kod ikilidir.  Yapay zekâ, genetik kodun kopyalama hataları içeren ve daha fazla mutasyona yol açan gelişigüzel gen kombinasyonları üretmesinden farklı olmayan bir şekilde rastgele mutasyonlar ortaya çıkarır. Bunların dışında bir yapay zekâ uygulaması kullanarak böcek parçalarıyla melezlediğim bir dizi çiçek yarattım. Bu eserler, Pouyannian taklidi olarak bilinen ve çiçeklerin türlerinin yayılmasına yardımcı olmak için böcekleri taklit ettiği bir süreci simüle ediyor. Yaptığım tüm sanat eserleri bu evrimsel süreci somutlaştırmıyor, animasyonlu Albrecht Dürer videoları gibi bazı eserler, 16. yüzyıl suluboya çizimlerine gerçek dünya fiziğinin uygulanmasıyla oluşturuldu. Çiçekleri ve çimen boylarını sabitleyip yani içlerine sanal bir iskelet yapısı yerleştirip sonrasında bu unsurları yarı gerçekçi bir şekilde hareket ettirmek için rüzgâr akımlarını simüle ettim. Paradoksal bir biçimde, dijital teknolojiyi kullanarak doğal dünyayı yeniden yaratmanın peşinde koşarken doğanın işleyişi hakkında daha fazla şey öğreniyorum.

Mat Collishaw, “Melez Gücü”, 2023.

BM: "Melez Gücü" isimli video çalışmanız, Ulusal Galeri'deki bir odanın canlı bitki örtüsü tarafından ele geçirilişini tasvir ediyor. Eser, insanlığın kültürel tarihi ile doğanın güçleri arasındaki etkileşimi nasıl inceliyor ve sizin bakış açınıza göre bunlar uyumlu bir şekilde bir arada var olabilir mi?

MC: Bu filmde doğanın zafer kazandığı bir ortam yaratmak ve belki de bunun tek yolunun insanlığın ortadan kaybolması olduğunu düşündürmek istedim. Londra'daki Ulusal Galeri'yi seçtim çünkü bu kurum başka bir yere taşınmış olsa bile Avrupa resminin bu başyapıtlarının terk edileceğini tasavvur etmek mümkün değil. Dolayısıyla bu resimlerin varlığı, insanların artık onları korumak için etrafta olmadıklarına işaret ediyor. 16. ve 17. yüzyıllarda çiçek koleksiyonculuğu ve melezleme hakkında çok şey okuyorum. Tarihin bu döneminde, nadir bulunan bir çiçeğin mi yoksa aynı çiçeğin yağlı boya resminin mi daha değerli olduğu konusunda çok fazla tartışma yürütülmüş. Bir çiçek, daha sonra elden çıkarılabilecek veya satılabilecek sürgünler üretme potansiyeline sahiptir. Çiçeklerin varlığı aynı zamanda tarih öncesine dayanır, onların bu özelliği sözünü ettiğim dönemde bir dereceye kadar etkiliydi; insanlar geçmişe bakıyor, Yunan kültürüne hayranlık duyuyor ve antikiteye değer veriyorlardı. Aynı zamanda 16. ve 17. yüzyıllarda, çiçeklerin yüce bir tanrının eseri oldukları da iddia edildiği için insan yapımı bir yağlıboya tablonun değerinden fazlasına sahip oldukları düşünülüyordu. Bu dönemde Hollanda'da çiçekler, genellikle aynı çiçeğin resminden daha yüksek bir fiyata satılıyordu. Yani “Melez Gücü”, bu iki güzellik fikri arasında bir tür çözümsüzlüğe işaret ediyor: İnsan yapımı yağlı boya tablolar ve doğanın tarih öncesi güzelliği. Bu senaryoda küçük bir değişiklik vardı çünkü bu ortamı kalabalıklaştırmak için yarattığım çiçekler dijitaldi ve oluşturduğumuz çeşitli algoritmalara dayanıyordu. Dolayısıyla, insan yapımı yağlı boya tablolar ve tarih öncesi organizmaların yanında dijital teknoloji ilave bir bileşendi. Bu eser bir bakıma bir Vanitas portresi; insanoğlunun kibrinin, muhteşem yağlı boya tablolar biçiminde zarif kültürel simgeler yaratma arzusunun ve gezegeni yöneten doğal güçleri ihmal edişinin bir tasviri.

 



YAZAR HAKKINDA
Bala Gürcan Madra (İstanbul, 1993), UCL'in Sanat Tarihi bölümünden mezun olduktan sonra BüroSarıgedik, OMM ve Borusan Contemporary gibi kurumlarda küratoryal ve editöryel roller üstlendi. Son dönemde Borusan Contemporary'de Matt Collishaw'ın Aritmi sergisinde yardımcı küratör olarak görev aldı. Bala, düzenli olarak ArtAsiaPacific'e katkıda bulunmakta ve şu anda Aposto için kültür-sanat editörlüğü ve yazarlığı yapmaktadır. Aynı zamanda AICA Türkiye üyesidir.

Sayfayı Paylaş