Blog

Sohbetler: Charles Merewether

13 Haziran 2019 Prş

Borusan Contemporary’de 2016’da gerçekleştirilen, “teamLab: Sanat ile Fiziksel Mekanın Arasında” sergisinin misafir küratörü.

NAZ CUGUOĞLU
nazcuguoglu@gmail.com

Küratörün bir kurumun koleksiyonuna davet edilmesi çeşitli anlamlara gelebilir: Bir diyalog veya monolog, mevcut anlatıları yeni anlamlar ile tekrar tanımlamak ya da yeniden şekillendirmek için içlerini boşaltmak. Bu işbirlikleri, her iki tarafın da yatay düzlemde müttefikler olmasını, cömertliği gerektiriyor. Ancak bu şekilde kırılmış ilişkilerden oluşan dünyamızda bir alt-paylaşım müştereği mümkün oluyor..

Borusan Contemporary, son altı yıl içinde, bu olasılıkların doğması için giderek büyüyen yeni medya sanat koleksiyonuyla çalışmak üzere yedi küratörü bünyesine davet etti. Bu konuşma dizisi, her zaman dönüşmekte olan bir şehirde, mekâna özgülük ve zamansallıkla işaretlenmiş bu birleşme ve ilişkiler ağına verilen bir cevap niteliğinde.
– Naz Cuguoğlu

Naz Cuguoğlu: İzleyicileri müzenin fiziksel alanına çeken ve 3D sanal alanda kendilerini kaybedecekleri bir dünya yaratan Japon çağdaş sanat kolektifi teamLab'in çalışmaları ile “Sanat ile Fiziksel Mekanın Arasında” sergisinin küratörlüğünü yaptınız. Bir röportajında, teamLab'ın kurucusu Toshiyuki Inoko, Japonların kurgusal ve gerçek dünyaları bir araya getirme potansiyelinden ve gerçekle gerçek olmayan dünyayı ayırt edememekten bahsediyor. Inoko buna “yeni gerçeklik” diyor. Bu fikri küratöryel çalışmalarda bir düşünme yolu olarak nasıl kullanabileceğimizi düşünüyorsunuz? Küratoryel pratiğinizde bu fikirden ilham alıyor musunuz?

Charles Merewether: Evet, aslında teamLab'ın bir sergisinin küratörlüğünü yapmak, sergi hakkında yazmak, sanat dünyası ve sanal gerçeklik teknolojilerinin nasıl kesiştiğini anlamamı sağladı. Bu alan oyun teorisinde muazzam bir potansiyele sahip ve ben sadece buzdağının görünen kısmını bildiğimizden şüpheleniyorum. Sanal gerçekliği çevreleyen teknolojiler öncelikle ileri askeri ve tıbbi alanlarda araştırılıyor.

Rus ve Alman modernizmi alanlarında eğitim aldım, bu yüzden bu dünyadan çok uzak bir bilgi dağarcığım var. Ikkan Sanda, Singapur'daki sergilerinde beni teamLab’in çalışmalarıyla tanıştırdı ve ardından sanatçılarla tanıştım. Ondan sonra, bu tür çalışmaları izlemeye ve ilgilenmeye daha açık oldum. Hong Kong’da çalışan Osage At Foundation’ın yöneticisi Agnes Linn de beni sanal ve artırılmış gerçeklik alanında çalışan Hong Kong’lu ve Asyalı sanatçılarla tanıştırdı.

teamLab, Çiçekler ve İnsanlar Kontrol Edilemez, Birlikte Yaşarlar: Her Saat Bir Yıl Boyunca, 2015

NC: Borusan Çağdaş Sanat Koleksiyonu ile vakit geçirme şansınız oldu mu? Koleksiyonla ilgili paylaşmak istediğiniz herhangi bir görüşünüz var mı? Koleksiyonun bu “yeni gerçekliğe” izin verdiğini düşünüyor musunuz? Eğer öyleyse, ne şekilde?

CM: Bu soruya net bir cevap vermek oldukça zor. Müzenin kendisi, çağdaş sanatı göstermek için de güzel bir alan, çarpıcı bir mimarlık eseri. Durum her zaman böyle olmuyor. Bazı durumlarda, mimarlık sanatı boğuyor, yerleştirilmiş olan işi gölgede bırakıyor. Borusan’da durum farklı: kıvrımlı eğri çizgileri, küratörlerin seçebileceği farklı alanlar sunan büyük ve küçük veya daha samimi sergi alanları var. Bu, küratörlerin, koleksiyonlarındaki sanat eserinin özgün kalitesini en iyi şekilde vurgulamak için uygun alanları seçebilmelerini sağlar ya da teamLab gibi geçici sergilerin kurulmasını kolaylaştırır.

teamLab, Su Parçacıklarının Evreni, 2013

NC: Üniversitede karşılaştırmalı edebiyat okudunuz ve edebiyat tutkunuzdan bahsettiğiniz yazıları okudum. Bu tutku çalışmalarınızı nasıl dönüştürüyor? Pratiğinizde hikaye anlatımı, parçalanmış ve alternatif tarihler oluşturmak ilginizi çekiyor mu?

CM: Edebiyat, özellikle de Rus ve Alman modernizmi, bana her zaman ilham verdi. Edebiyat ve sanat arasındaki dinamik etkileşim olağanüstüdür. Hikaye anlatımındaki muazzam değeri kabul etmekle beraber, damıtılmış bir özü arayan, sanata daha yakın bir ilişki kurabileceğimiz mecranın şiir olduğunu düşünüyorum. Bunu hem erken modern Rus hem de İrlanda şiirindeki çalışmalarımda keşfettim. Örneğin ölümünden sonra yayınlanan W.B.Yeats'in şiirlerinin taslaklarında bu durumu görüyoruz. Neredeyse acı verici ama gerekli bir yeniden yazma sürecinin ne olduğunu keşfediyoruz: kelimeler ve ifadeler yalnızca daha sonra çarpıtılmış, yeniden yazılmış, zaman ve tekrar ortaya çıkıyor. Bazen orijinal bir taslakta neredeyse hiçbir şey kalmıyor. Bu zorlu, yavaş bir damıtma ve arıtma işlemidir. Yeats, her bir sözcüğe doğru ağırlık ve anlam nüansı vermeyi amaçlamaktadır. Sanki okuma katarında, her bir kelimenin ve dizisinin eğimi, okuyucuyu sonuna kadar taşıyan bir akış ve amansız bir ritim yaratıyor gibi.

Bu beni sanat yapımı, kişisel seçimler ve detaylandırma sürecinde verilen kararlar hakkında daha çok meraklandırdı. Sanatın bu yönüyle her zaman ilgilenmiştim, bir sanatçının kullandığı malzeme, yöntemi ve süreçleri daha yakından keşfetmeye yönlendim. Mesela, süreç fikrini, bir düşünceyi ya da görüntünün eklemlenmesini de içeren, sanatta iz kavramını kapsamlı bir şekilde inceledim.

teamLab, Siyah Dalgalar, 2016

NC: 2006'daki röportajlarınızdan birinde “dünya tarihi ve dünya kültürünün modası geçmiş terminolojisi, yani kültürler arasındaki ilişkilerin dinamikleri” ile ilgilendiğinizi söylüyorsunuz. Bu tema küratörlük pratiğiniz için hala ilginizi çekiyor mu? “Modası geçmiş” ile ne demek istediğinizi ve bugünkü alaka düzeyini vurgulamak için bu özelliği kendi çalışmalarınızda nasıl kullandığınızı bize anlatabilir misiniz?

CM: “Dünya tarihi” ve “dünya kültürü” kavramlarının kayda değer ancak aynı zamanda birbirine geçiş değeri olan terimler olduğunu düşünüyorum. Ulusal ve yerel terimlerinin artık çağdaş sanat ve kültürün değerini ve önemini anlamanın bir yolu olarak yeterli olmadığı açık bir şekilde görülmüştür. Bu giderek küreselleşen, değişen bir ekonominin dinamiklerini ve devam etmekte olan bir sosyal diaspora ile şekilleneni anlamaya çalışmak içgüdüsünden kaynaklanıyordu. Bu diaspora sadece bugün gördüğümüz mülteci krizinin bir sonucu değil, belli bir etkileşim oldu. Sanatçılar, çalışmaları için izleyicilerin (ve bu nedenle bazı parasal destek araçlarının), sergileme yerlerinin ya da bakış açılarının baskı ya da sansür hissetmeden ifade edebildikleri ülkelerde yaşamaya çalışıyorlardı.

Yaklaşık 80 yıl ve belki daha da önce, tarihçi Fernando Ortiz, çeşitli şekillerde kullanıma giren uluslar ötesi terimleri kullandı ve daha sonra, çağdaş toplulukların karakterini ve kültürlerin karışımını daha iyi anlamanın bir yolu olarak görünen, bağdaştırmacılık ve melezlik gibi terimler kullandı. Bu terimler tartışılmaya ve rafine edilmeye devam edilmiştir. Dünyanın farklı yerlerinde çalışan sanatçılar arasındaki karşılaştırmalar şimdilerde sıklıkla gösteriliyor. Bu tür sergilerin sebebi, bu sanatçılar arasındaki yakınlıklar ve paylaştıkları eğilimlerdir.

Documenta ve bienaller de bunu yansıtmıştır ki, ulusal artık tanımlayıcı bir seçim terimi değildir. Bu aynı zamanda dolaylı olarak, ulusalın toplulukların farklı segmentlerini kontrol etmek ve bastırmak için kullanılmasına da dikkat çekiyor.

Çağdaş bir zamanda yaşıyoruz ve sergi anlayışı ile eleştirel düşünce de bunu yansıtmalı.

teamLab, Sınırların Ötesindeki Kelebeklerin Kanat Çırpışı, 2015

NC: Bu günlerde ne üzerinde çalışıyorsunuz? Temel araştırma sorularınızdan bazıları neler?

CM: Yavaş yavaş iki kitap yazıyorum. Bir tanesi 19. yüzyılda, imparatorluğun sona ermesinden ve geç Avrupa emperyalizminden başlayarak, modern yağma tarihine dair bir kitap. Bu çalışma, önde gelen Batı müzelerinin koleksiyonlarında yağmalanan nesneler ve sanat eserleri sorusuna da değiniyor. İkinci kitap, 1991’de Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından bu yana Doğu Avrupa’daki çağdaş sanat hakkında yazılmış bir makale koleksiyonu. Gürcistan, Ukrayna, Romanya ve Bulgaristan da dahil olmak üzere birçok ülkeyi farklı açılardan ele alarak inceliyorum. Sanatçılar artık hegemonik bir Rusya veya başka referans ve karşılaştırma kaynaklarına erişim eksikliği veya Doğu Avrupa dışında sergileme fırsatları ile sınırlı değil. Bu iki projeden ayrı olarak, bir sanatçının kataloğu veya kitabı için arada bir makale yazmaya devam ediyorum. Şu anda biri silme diğeri meta-anıtlar kavramı üzerine iki makale yazıyorum.

YAZAR HAKKINDA
Naz Cuguoğlu, San Francisco’da yaşamakta ve çalışmakta olan küratör ve sanat yazarıdır. Kolektif düşünme ve üretme yöntemleri üzerine odaklanan Collective Çukurcuma küratöryel kolektifinin kurucularındandır. KADIST, The Wattis Institute, de Young Museum, SFMOMA, Joan Mitchell Foundation, Zilberman Gallery, Maumau, ve Mixer gibi kurumlarda farklı pozisyonlarda görev almıştır. Yazıları SFMOMA Open Space, Art Asia Pacific, Hyperallergic, Borusan Contemporary blog, ve M-est.org gibi mecralarda yayınlanmıştır. Küratörlüğünü üstlendiği sergiler The Wattis Institute, D21 Kunstraum Leipzig, Red Bull Art Around Arnavutköy, 15. İstanbul Bienali’nin kamusal programı, Framer Framed (Amsterdam) ve 5533’ün de aralarında bulunduğu farklı mekanlarda gerçekleşmiştir. Lisans eğitimini Koç Üniversitesi Psikoloji bölümünde tamamladıktan sonra, yüksek lisansını aynı üniversitenin Sosyal Psikoloji departmanında ve California College of Arts’ın Küratöryel Pratik bölümünde tamamlamıştır. Eş-editörlüğünü üstlendiği kataloglar arasında İskenderiye’den Sonra Tufan (2015), Between Places (2016), ve The Word for World is Forest (2020) bulunmaktadır.

Sayfayı Paylaş